Edebiyat Toplum Aile

Vuslata Açılan Mektup

  • 6 dk okuma süresi
  • -
  • 1
Vuslata Açılan Mektup

Sonbaharın öğle vaktini bilir misiniz? Bir rüzgâr esiyor, ağaçlar dallarıyla bir bir dans ederken sararan yaprakların süzülerek veda edişini izliyorlardı geride kalanlar. Güneş tam tepede yakacakken insanın tenini, usulca esen rüzgâr da okşuyor bedenini. Günlerden böyle bir gündü yine. Yavaşça ve usulca çıkmıştı merdivenlerden. Sonunda ahşap merdivenlerin gıcırtısını evdekilere hissettirmeden ulaşabilmişti terasa. Başını kaldırıp güneşe meydan okumaya çalışmıştı yine, tâ ki yenilene kadar. Sanki gökyüzü onun olmuş da içine çekip duruyordu soluduğu havayı. Usulca çöktü yere. Sonbahar gelmiş, evin bahçesinde boy veren portakal, incir, dut, yenidünya ağaçlarının ve üzüm asmalarının yaprakları örtmüştü terastaki kahverengi zemini. Öyle güzel dökülmüştü ki, sanki bir ressamın elinden çıkmış da yayılmış etrafa.

Avucuna birkaç yaprak aldı, onları kırmadan, parçalamadan, incitmeden... Gözyaşları varlığını hissettirmişti, durmak bilmezken farkına varamamıştı hâlâ akan damlaların. Ve o an kanattığı bileklerinin acısını yeni yeni hissetmeye başlamıştı. Sızlıyor, titriyor, ahşap zeminin aralıklarına akıyordu kanlar. Dayanamıyordu artık, nefes almakta zorlanıyordu; belki öleceğini bildiği için değil, evde duramadığı, varlığıyla ruhunun yok olduğunu bildiği içindi. Geriye sardı bir film şeridi gibi mazide unutamadıkları. Üç yaşlarında küçük bir kızdı. Bir gün babası işe giderken annesinin kucağında "Baba, bana ekmek al!" sözcükleri silinmiyordu ne zihninden ne kulağından. O küçük kız bir şey istemişti babasından. O unutamadığı gülüşü, babası, çocukluk yılları... Belki de çocukken de böyleydi ama hatırlamıyorumdur, öyle olmasaydı şu an burada oturur olmazdım diye geçirdi içinden. Artık durmuyor o küçük kız içinde, çoktan ölmüş, hepten yalnız kalmıştı. Artık onlarla aynı sofrada oturmuyordu, muhabbetlerden kaçarak odasına sığınıyordu son zamanlarda. Dua ediyor, ibadete veriyordu kendini, belki de öyle sanıyordu, lâkin bir düzelme olmuyordu. Akıllı, uslu, imanlı bilinen kız, Allah'ı her daim dostuna hatırlatan, yaşadığı zorluklara karşı imtihan bilinciyle karşılayan, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır ayetini yüreğinde saklayandı o. Oysaki kalmamıştı o kızdan bir eser, şeytana kapılmış ruhu, iğne ipliğe dönmüş iman bağını sorguluyordu içinde. Neredeydi, nereye vardı... Ruhunun akıtıldığı rıhtımlarda bir liman göremiyordu artık kendine; yorulmuş, bitkin düşmüştü içindekileri taşımaktan. Ellerini açtığında edecek bir duası kalmamıştı artık. Aklına kazınmış bir şey vardı secdeye başını koyunca. "Bir şeyi istemek, ona nâil olmak (onu elde etmek) demektir; Zirâ Allah-û Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez." cümlesi çınlanırdı kulaklarında. Dua edemiyor, Allah'a daralan gönlünü açamıyordu. "Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (Tekvir-29)" ayeti sanki şeytanın verdiği en büyük vesveseydi. Parmaklıklar ardında kalmış ruhuna bir zincir, bir kilit daha vuruyordu bu ayet. Nefes alamayacak kadar kalmadığını düşündü gücünün.

Aile kavramını düşünmeye çalıştı, bilincini kontrol etmeye çalışarak. Herhalde onlarla kalan tek bağım kan bağımdı diye geçirdi içinden. Toparlanmaya çalışıyor, lâkin dizlerindeki takâtsizlik gerisin geriye götürüyordu ruhunu. Rüzgâr sanki engel olmak istercesine sarmıştı etrafını. Zeminde yapraklar bir şeye yetişmek istermişçesine soluk alıp veriyor gibiydiler, bir şeyi durdurmak istermişçesine. Yüzüne vuran rüzgâr, yanağından dökülenleri kulağına yetiştirmişti. "Vardır bunda da bir hikmet." dedi. Kulağıma küpe edecektim bu gözyaşlarımı diyordu iç geçirerek. Artık baba diyemiyordu o adama; ruhunu acıtıyor, canını yakıyor, görmek bile istemiyordu. Bir de o çocuk vardı. Kan bağından -abisi- olan... Yanında soluk alış-verişi bile mahvediyordu onu, tahammülsüzleşmenin zirvesindeydi. Hangi ara bu hale gelmiş, katlanamaz olmuştu? Aile olmak bu kadar zor muydu onun için, yoksa o kadar kolay bir şey miydi ki ailesi için? Bütün hayatı boyunca ona verdikleri ne idi? Gördüğü sevgisizlik mi, yoksa verdiği sandıkları sevgi mi? Farkındaydı artık, onların içinde açtığı yara dağ olmuş, sarmıştı tüm bedenini. Gidecek yeri olsaydı belki kaçabilirdi bu evden, ama onlardan her ne kadar nefret etse de insanların onlara diyecekleri gıybeti, iftirayı kaldıramayacak üzüleceklerdi diye düşünmüştü kimse onu düşünmezken. Geri dönüşü yoktu belki, ama belki başka çocuğun, başka bir gencin dönüşü olacaktı. Kolundan akan kanlar sızıp ahşap zeminden avluya damlıyordu damla damla. Yukarı çıkmadan evvel yazdığı kağıdı güç bela çıkardı cebinden. Gözleri bulanık görüyordu, son kez bakmaya çalıştı. İçinden geçenleri, içinde kalanları anlar mı bir gün geride bıraktıkları?

"Sevgili -ailem- insanlar,

Buralardan gitmeyi hiç akıl kârı bulamayacaksınız, ama bedenim gitmese aklım gidecekti. Kimse anlamayacak belki beni, anlam veremeyecek, inanmayacaklar. Kimisi ailesi ona kötü davranmıyor, aç bırakmıyor, şiddet uygulamıyordu ki diyecekler. Ah bir bilseniz ya şiddetin en kötüsünü ruhuma uyguladınız. Keşke kırılan yüreğim değil de kafam, kolum olsaydı; keşke yorulan ruhum değil de bedenim olsaydı; keşke duyduğunuz sesimdeki nefretim değil de içimde haykıramadıklarım olsaydı. Küçük kızınız, hani babam öpmek isteyip de senden kaçan kızın, hani küçük abimin öpüp sarılmak isteyip de yara almış uçamamış serçe misali olan kızın, öyle bir kızın olmayacak artık. Bundan sonra bir küçük kardeşim de olmayacak belki de, suçlayın kendinizi bir gün ama. Bir gün ben bu kıza nasılsın, bir sorunun var mı dedim mi diye sorun kendinize, inanın sizin bundan sonra taşıyacağınız bu yük, benim içimde öldürdüğüm çocukluğumun, gençliğimin onda biri. Bu mektubu saklayın, benden size hatıra kalsın. Ama köşelere, çekmecelere, sandıklara koyup baktıkça ağlamayın, ola ki bir çocuk görürseniz beni hatırlayın ve bana hiç yapmadığınız şekilde samimi, sıcakkanlı duruşunuzla yaklaşıp "Nasılsınız?" deyin. Belki o çocukların da içinde kalmış, öldürmeye niyet edilmiş sözcükleri vardır. Belki bana sığınak olamazken onların kurtuluşu olursunuz. Haklarınızı helal edin, iyi bir evlat olamadım. Diğer çocuklar benim gibi ölmesinler, olur mu?

Rabbimin beni affetmesi için dua edin...

Selâmetle.."

Usulca başını koydu yere, gökyüzünü son kez içine sığdırmaya çalıştı, son kez baktı dünyaya, yolun sonunun nereye varacağından emin olmadan. Aşağıdan bağırışlar kulaklarını tırmalıyordu, sonra birtakım ayak sesleri... Babası diz çökmüş yanı başında, sanki gözlerinden akan yaş değil kandı hissedilen. "Can kızım, gül yüzlü kızım affet ne olur, affet beni kızım. Burada ağlattığım her bir saniye için pişmanım. Burada senin ruhunu yaşlandırdığım her bir kelimem için üzgünüm. Beni affet, sana baba olamadım." Bu cümlelerdi son duydukları ambulans seslerinin gerisinde.

Gitmiş sanmıştı son duyduklarının ardından. Güneşin sıcaklığı göz kapaklarını ısıtmaya başlamıştı. Gözlerini açmaya çalışmış, ruhunun hafifliği sezmişti yatağa serilmiş bedeninde. Usulca alnına konulan öpücük aydınlatmıştı buğulanmış gözlerini. Her bir yanını doldurmuştu abileri, annesi, babası ve dahası. Yavaşça gülümsedi kız mutluluktan mı kederden mi bilemediği gözyaşları karşısında. Belki uzun bir zaman sonra ilk defa pencereden dışarı bakarken, dünyayı sarmış gökyüzünün maviliğinde "elhamdülillah" dedi, Rabbim bana tövbe etmek için bir şans daha verdi diye geçirdi içinden. Yaptığına çok pişmandı, imtihan dünyası bilincini kavrayabilmişti artık. Ne olursa olsun Allah'ın verdiği canı O'ndan başka kimse alamaz gerçekliğini asla unutmayacaktı. Her ne kadar boğulsa da, nefes alamayacak hâle gelse de asla ayrılmayacaktı Allah'ın kapısından. Gönlünden, dilinden düşürmeyecekti artık duasını da tövbesini de. Ve aile olabilmişti yolun sonu sandığı başlangıçlarda. Ve o mektup, o mektubu okuyarak anlatmıştı içinde yaşadığı kasvetli ruhunu, videoya alarak yayımlamıştı içindekileri, umut olmuş, yolun sonuna gelmiş birçok hayatın kurtuluş vesilesi olmuştu. Artık bunun için çabalıyor, karanlıklarda boğulmaya, kurumaya yüz tutmuş gülleri, çiçekleri kurtarmak için günbegün koşuşturuyordu. Kader diyordu, ve şu ayeti yaptığı hatasıyla hayatının baş köşesine koymuştu:

"Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde sizin için hayır, yine olur ki hoşunuza giden bir şeyde de sizin için şer vardır. Allah bilir siz bilmezsiniz." (Bakara -289)

Affet kelimesini taç etmişti yüreğine o gün için, düşündükleri için, kendine emanet edilen bedeni için "Affet, Allah'ım!" nidasının serzenişi düşmedi hiç dilinden. Ve değişen hayatıyla tövbelerini, şükürlerini sığdırdı nefesi yettikçe. Bir canın daha kayıp gitmemesi için... Bir mektup, bir nefes oldu insanın göğsünde. Bir mektup, firkatı vuslat eyledi insanın sinesinde..

Etiketler
ölüm İntihar Vuslat Ayet Allah Kurtuluş Sonbahar rüzgar

Yazar Hakkında

Derya Özer

Bir şeyler konuşulmalı, bir şeyler yazılmalı ama o şeylere asla susmamalı insan.. Suskunluğumuz kabullenişlerimiz olur yoksa, bizler direnelim, direnelim kalemlerimizle...

Yorumlar

  • 1 Yorum
Ziyaretçi olarak yorum yapıyorsun, dilersen Giriş yap